30 Aralık 2017 Cumartesi

Kırşehir'in rengine kanmak

Cahiller toplaşın, Kırşehir'in rengine kanıyoruz...
😆




 Kırşehir'den ayrı kalışımın 86.gününde bu yayını yazıyorum. Evet, çok özledim. Evet, gurbet giderek daha ağır gelmeye başlayan, alıştıkça insanı ağırlaştıran bir duygu. 
Ama ben duygusal yayın yazmıyacaktım amaaa... Tutamadım kendimi affola.😔 
Haydi Gırşaar turuna başlayalım 😉


CACA mı Bey Medresesi?
Evet efenim, Caca mı Caca; bir Bey medresesi, şimdinin de camisi. Caca Bey ki  miladi 1272-1273 te astronomi medresesi inşa ettirmiş bir Selçuklu beyi. 

Astronomi ile medrese kelimesini yan yana kullanınca kulağınız tırmalanmadı inşallah. Benim yazarken ellerim üzüldü. Bu felsefeyi blogumun  #benimkalemimden  köşesinde bilahare yapacağım, şimdilik geziye devam :)




Cacabey Gökbilim Medresesinin karakteristik özelliği, cephe ve köşelerde bulunan sütuncelerdir. Toplam üç adet olan bu sütunceler, roketin, ateşleme ve fırlatma halini göstermektedir. 
Düşünün Miladi 11.yüzyıl... Düşünün bir medrese... Düşünün üç tane sütunu var... Düşünün bu sütunlar roketlerin hareket hallerini tasvir ediyor...

Medresenin içinde o kadar ince düşünülmüş mimari özellikler var ki.. Mesela tam ortada bir havuz var. Havuzun tam üstüne denk gelen kubbe açık. Alimler bu havuza yansıyan ışıklarla, yıldızlar ve ay ile hesaplar yapıyormuş. 



Cacabey'den geçip Ahi Evran'a geçelim 😍
En son yapılan restorasyon ile Cumhuriyet tarihinin ilk külliyesi Ahi Evran hazretlerinin dizinin dibine inşa ediliyor. 
Tam anlamıyla bitince Ahilik araştırma Kütüphanesi, Arasta/Bedesten, Ahilik ve Astronomi Müzesi, Usta ve Esnaf Odaları, Dükkanlar, Şadırvan, Sahne ve Tören Alanı, Butik Konaklama Tesisleri ve Yeme –İçme Mekanları ile Kırşehir’imize yakışır, tamamen doğal ahşap ve kesme taşlarla oluşturularak mevcut camii ve türbe yapısına da uygun ve yaraşır bir mimaride yapılacakmış. inşallah..


Kırşehir'in kalesi yok mu sandınız? Sanmayınız. Sanrılar ağrı yapar. Siz efsaneyi okuyun.
Buyrun ''Kırşehir Kalesi Efsanesi''


Asırlar önce Kırşehir’de bir bey yaşarmış. Beyliği'nin tarihi ve hangi beylik olduğu konusun da kesin bilgiler yoktur. Allah ona bir tek oğul ve beylik vermiş. Beyliği Kırşehir'de babalığı evinde hüküm sürermiş. Tüm anne ve babalar gibi evladına çok düşkünmüş.

Aradan yıllar geçmiş, beyin oğlu büyüyüp gelişirken, bey ihtiyarlaştığına, kocamışlığına, yolun sonuna yaklaştığına aldırış etmezmiş. “nasıl olsa aslan gibi oğlum var. Yerime o geçer, ocağımı tüttürür. Beyliğimi sürdürür. Adımı yaşatır. Neslimi devam ettirir.” der gönlünü rahat tutarmış.

Beyin bu düşüncelerini koruduğu günlerden birinde, oğlan her zaman yaptığı gibi atına binip dağ, dere, tepe, demeden, kırların güzel kokusunu çekermiş burnuna. Doldurmuş ciğerine o temiz havayı. Av avlamış. Oturmuş bir suyun başına, avladığı hayvanların taze leziz etlerinden doya doya yemiş. Artanı da almış yanına tekrar çıkmış yola. Hava kararıncaya kadar rüzgarla yarışmış, kuşlarla şakımış, tavşanlarla yarışmış, doğayla haşır neşir olmuş.

 Akşam yaklaşırken, tutmuş evinin yolunu. Koşturmuş atını, akşam geç olduğu için geldiği yoldan değilde kısa yoldan gitmeye kalkmış. Bataklık olduğunu bilirmiş lakin gençliğine güvenmiş hızlıca geçerim bana bir şey olmaz demiş, nasılsa yaz mevsimi, havalar da sıcak bataklık kurumuştur demiş. 

Tam kente yaklaşıp baba ocağını görmeye başladığı yerde, birden atın ayakları bataklığa saplanmış. Çırpındıkça batmış. Atın ayakları iyiden iyiye gömülmüş balçığa. Yüzlerce kez çırpınmış kurtulmak için. Her çırpınışı, telaşı biraz daha çekmiş onu balçığın içine. Beyin biricik oğlu bağırarak ölümün koynuna gitmiş.

Eve gelmeyen oğlunu aramaya çıkan Bey, adamlarını oğlunu aramaları için dört bir yana salmış. Acı haber gelmiş. Oğlanın izlerini takip eden askerler onun bataklığa saplandığını anlamışlar. Zavallı bey ne yapsın ne etsin. Çaresizlik içindeki bey, göz yaşlarını içine akıta akıta başını kaldırmış, etrafındakilere donuk gözlerle bakmış. Hiç olmazsa gelecek nesiller, böyle felaketler yaşamasın diye, açıklamış emrini.

“Tüm bölgeye tez haber salın. Herkes atını, arabasını, öküzünü, kağnısını koşsun. İçine kuru yerden kuru topraklar doldurulsun. Bataklığa boşaltsın. Şu sözüm bir emir olarak herkese duyurulsun. Buyruğuma uymayanın başı vurulsun. Bu bataklığın yerinde bir kale yükselsin ki, başka babaların canı yanmasın yiğitler ölmesin.” der. 

Bu emir üzerine Kırşehir'de Kalankaldı Köyü'nden toprak gelmediği ve Bey'in bu köyü cezalandırdığı şeklinde rivayetlerde vardır.

Bu Bey'in eseri olan kale tüm ihtişamıyla bugün Kırşehir’in ortasında yükselir, kaleye bakarsanız yada üzerinden şehri seyrederseniz, bu öyküyü, Bey'i, Bey'in oğlunu ve buraya toprak borcu olan köylüleri anımsarsınız.




Kır ama barajımız, gölümüz var çoook şükür. Türkiye'nin en büyük ikinci hidroelektrik üreten barajı Hirfanlı, kendi çapında şirin Çoğun barajı ve bir zamanlar flamingoların dinlenme tesisi mahiyetindeki Seyfe gölü...




Nerelisin diye sorulunca Kırşehirliyim demek yerine Kamanlıyım diyenlerin memleketi Kaman'da Japon Prens Mikasa zamanında yapılmış bir arkeoloji müzesi ve Japon anı bahçesi var. Bir hafta sonu kaçamak için güzel bir mekan; sakin, dinlendirici. Yol üstünde  ki açık cezaevinin lokantasında yemek yiyebilirsiniz. Çalışan mahkumlar; yemekleri kendileri hazırlıyor, bahçede sebze yetiştirip salatayı ultraorganik bir şekilde sunuyorlar. Ayrıca fiyatları çok uygun. Çok güzel bir sosyal proje bence :)




Yazmasam olmaz bir de Kent parkımız var. Keşke daha çok ağaç olsa...
Yine de şehir merkezinde gidilebilecek güzel yerlerden. Her mevsim ayrı bir havası var. Benim tercihim kış mevsimindeki Kent park.




Eveeeeet, benim diyeceklerim bu kadar. Biliyorum, biliyorum bitmedi daha.
Termesi, Mucur yeraltı şehri, Hılla nilüferli parkı, Özbağ çamlığı, Çiçekdağ'ı... 
Amma ve lakin bu yayınlık bu kadar. İkinci bir yayında onlardan bahsederim 😎




Ve tabi ki bu yayının fon müziği; NEŞET ERTAŞ...
Kırşehir'in medarı iftiharından Yolcu, Neredesin Sen ve Yalan Dünya parçalarını dinledim.
Şimdi yine dinlemeye devam edeceğim. Gurbette daha bir başka anlamı oluyor, vesselam.
📻






24 Aralık 2017 Pazar

Kimsenin Bilemeyeceği Şeyleri Okumak


En son okuduğum en iyi kitaplardan birinin tahliline hoşgeldin... 😗
Öncelikle yazarımız Sinan Canan kim? Bence kendi kaleminden tanıyalım çünkü kendini çok güzel özetlemiş;
Evli ve üç çocuk babası; biyoloji mezunu, fizyoloji doktoru; sinirbilim sevdalısı;
''kaotik ve fraktal'' olan her şeye tutkun; bilgiye ve hikmete dair her öğrendiğini herkese anlatma takıntısından mustarip; hayatın tek bir işle uğraşmak için fazla uzun; insanın ise tek bir işle ömrünü tüketmek için karmaşık olduğuna ikna olmuş; hikmet ve şahitlik peşinde; nefes alan, yemeyi-içmeyi seven; zanları, hataları ve kusurları ile insanlardan bir insan... ''
 Daha çok bilgi için şuraya bir  TIK 



  

''Kavga insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında...'' (Cemil Meriç)
Kitabın ilk bölümü: Bize Dair.
Dil yaramızın boyutlarını, toplumsal söz yitimi yani afaziyi tam da bizim anlayacağımız ama aynı zamanda artık alıştığımız anormalliklerin farkına varmamızı sağlayan bir anlatımla anlatmış. 
Tıbbi terimler benim çok hoşuma gittiği için bu bölümdeki özellikle beyinle ilgili kısımları zevkle okudum. Bana çok şey öğretti.
Aşkın dönüştüğünü düşünürdüm hep. Bu bölümde bu düşünceme kanıtlar buldum.
Gerçek aşklar dönüşür bence. Sizce?





'' basitlik, gelişmişliğin son noktasıdır.''
(Leonardo da Vinci)
İkinci bölüm; bilime ve inanca dair. İlahiyat öğrencisi olarak kitapta ilgimi en çok çeken bölüm burasıydı.  Özellikle 'evrim' konusu... Kendisine sorulan soruları da paylaşarak açısını geniş tutmasını çok sevdim. Böyle müslüman bilim adamlarına ne kadar çok ihtiyacımız var. Edebiyat yapmak yerine icraat yapan insanlarla diriliş olur, oturduğu yerden reddiye yazan, kendi çelişkilerini giderememiş insan hangi inancın dirilişine ön ayak olabilir ki?




Hangi alanda olursak olalım bilimden kopuk ilerlediğimizde kendi kuyumuzu kendimiz kazmış oluyoruz; bunu bu kısımdan anladım. 
Sırf yadsınamaz bilimsel bulgularla kendi evindeki geleneksel inanç sistemleri arasında çelişkiye düştüğü ve ardından bu çelişki üzerinde ciddi olarak düşünmeyi tercih ettiği için binlerce bilim öğrencisinin, özellikle de biyolog adaylarının -neticede- 'inançsızlığı' seçmek zorunda kalmasının asıl nedeni, savundukları ezberlerin kökeni ve aslı astarı üzerinde düşünme alışkanlığı geliştirme ihtiyacı hissetmeyen Müslümanlardır.


Bu kısmın sonunda '' Bilimle uğraşmak isteyen gençlere minik hatırlatmalar '' kısmı var. Altını çift çizgi çizdim, yapışkanlı kağıtlara yazıp oraya buraya astım;  varın önemini siz anlayın..



Üçüncü ve son bölüm; Kaosa Dair...
Kaos kelimesi; mutlak evrensel düzen anlamına gelen kozmos(cosmos) kelimesinin tam zıddı, yani mutlak anarşi, kargaşa ve düzensizlik anlamında kullanılan bir kelime imiş.
Bir önceki bölüm bilime giriş mahiyetinde olduğu için ve son bölüm olduğu için bu bölümde bolca bilimsel terim vardı. Özellikle '' fraktal '' kelimesinin anlamını  öğrendiğim için çok mutluyum. Öğrenmek ne güzel bir şey, hiç bitmeyecek olan mutluluk...
Ne demek mi fraktal? Hayır kolaycılık yok, lütfen araştırın. Ama size minik bir yardım; şuraya tıklayın ve 





Son söz; tecessüsünüzü diri tutun. Tecessüsle kalın, vesselam.

17 Aralık 2017 Pazar

Bilecik/Söğüt Seferim









Bilecik-Söğüt Sefer Notlarım 😎


Üzerinden çok zaman geçmesine rağmen Bilecik gezi yazımı yeni yazabildim. 😏


Bilecik ve Söğüt özellikle Diriliş dizisinden sonra ilgi odağı olmuş, yerli turistler tarafından ziyaret edilmeye başlanmış.










Bilecik'te ilk uğrak yerim Ertuğrul Gazi Mescidi (Kuyulu Mescid) oldu. 600 yıl hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk mescidi. Bilecik’in söğüt ilçesindeki 40 kişilik bu mescit, içinde bulunan ve bizzat Ertuğrul Gazi tarafından açıldığı rivayet edilen kuyu nedeniyle “kuyulu mescit” diye de anılıyor.


Osmanlı devletinin kurucusu Ertuğrul Gazi’nin bu mescidin yapıldığı arsayı gayrimüslimlerden satın aldığı rivayet ediliyor. Kayı boyu pek de hoş karşılamıyor. Hatta tepkileri de oluyor. İşte gayri müslim mahallesinde bir mescidin ne işi var şeklinde. Ancak Ertuğrul Gazi’nin bir planı, bir düşüncesi var; adaleti, hoşgörüyü Hristiyanlara veyahut o dönemdeki gayri müslim topluluklara bir bakıma öğretebilmek...


Kuyunun hikâyesi ise, bölgeye yerleşen kayı boyunun kullandığı suların zehirlendiği ve Ertuğrul Gazi’nin mescidin içinde bir kuyu kazdığı rivayetiyle başlıyor.


Ertuğrul Gazi kimsenin haberi olmadan su kuyusunu kazmaya çalışıyor. Üç gün boyuca sadece kendisi içiyor, suyun zehirli olmadığını kimseye zarar vermediğini görüyor, bir de atına içiriyor,bu da Osmanlıdaki adaleti görmemiz açısından önemli.☝













Kuyulu mescidden sonra Abdülhamid Külliyesine geçtik. Bu külliyede cami, idadi(ortaokul) ve darul eytam(yetimler yurdu) bulunuyordu.

Cami; II.Abdülhamid tarafından 1905'de yaptırılmış.Duvarlar kırımızı kesme taşlardan örülmüş, kubbesi kurşunla kaplanmış. Çift minaresinin mimarisi dikkat çekici. Minareleri sebebi ile halk arasında Çifte Minareli Cami olarak da biliniyor.

İdadi ; iki katlı, kırmızı kesme taştan yapılan pencere ve kapı sütunları, zarif görünüşüyle ihtişamlı bir ecdat yadigarı. Ön cephe giriş kapısı İstanbul'da yaptırılıp, dokuz manda arabası ile taşınarak getirilmiş. İdadiler, Osmanlı'nın eğitim sisteminde, orta tahsil veren mektep olarak, sultanilere ve meslek okullarına öğrenci yetiştirmek gayesiyle kuruluyormuş.

Dar'ül Eytam (Yetimler Yurdu) Sultan Reşat zamanında, devrin kaymakamı Sait Bey tarafından Hamidiye İdadisine ek olarak yaptırılmış, duvarları taştan iki katlı bir bina. Giriş kapısı üzerinde bulunan yirmi iki parça çiniden , on bir parçası düşerek kırılmış, kalan onbir parçası ise Söğüt Etnoğrafya Müzesi’inde koruma altına alınmış. 

















Daha sonra Ertuğrul Gazi türbesine geçtik. Türbenin Çelebi Mehmet tarafından yaptırıldığına dair bazı bilgiler var. 











Türbede nöbet tutulması, nöbet tutan askerlerin Ertuğrul Gazi'nin Alpleri gibi giyinmesi yakın zamanda başlayan saygı ve minnetimizi gösteren bir hareket... 👏











Türbenin dışında ve hemen yakınında Ertuğrul Gazi’nin eşi Halime Hatun ile oğlu Savcı Bey’in mezarları bulunur. Osman Gazi’nin makam mezarı da burada yer alır. 











Bunların yanı sıra kardeşi Dündar Bey’in kan kardeşi Akçakoca’nın silah arkadaşları olan Konur Alp, Karamürsel, Abdurrahman Gazi, Hasan Alp, Saltuk Alp, silah öğreticisi Kaplan Çavuş, Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından Aktimur Bey, Çoban Mirza Bey, Hamit Bey, Emir Ali, Aykut Alp, Gündüz Bey, Aydoğdu Bey, Pazarlı Bey, Yorgan Ata ve Akbıyık Bey’in mezarları da burada bulunmaktadır.















Bilecik'in nadide mekanlarından biri olan Şeyh Edebali Türbesi'nin hemen yanı başında, Orhangazi Cami'sinin yanında bulunan bu mekan Osmanlı Devleti'nin tüm padişahlarını tek bir yerde inceleme, onlar hakkında bilgiler edinme, ufak birer otobiyogrofi şeklinde hazırlanmış açıklamalarla padişahlarımızın hayatlarını öğrenme fırsatı sunan Osmanlı Padişahları Tarih Şeridi adında güzel bir mekan. 

















Son durak ''Yaşayan Kent Müzesi'' idi. Nabi Avcı tarafından Mart 2017'de açılan müzede bal mumu heykeller, kültürel ve tarihi bir çok iz var. Müze ziyaretinin ücretsiz olması da müzenin çekiciliği artıyor. Çıkışta salçalı ekmek ikramına benim puanım 10/10 😅 
Teşekkürler Bilecik Belediyesi, elinize sağlık.😋











Dönüş yolunda Kayı boyu anıtına uğrarsanız güzel fotoğraflar yakalayabilirsiniz. 

Benden bu kadar 😉

Bilecik yolunda en iyi giden müzikler Mehter Marşlarımız ve diğer milli marşlarımız 🎵